Geçen yıl (2024 olarak da bilinir) en çok dinlediğim ve keyif aldığım piyano eserlerini şöyle bir sıralamak istedim. Ancak bu en beğendiğimden başlayan bir sıralama değil, rasgele bir sıralama.
Serimizin birinci yazısına konu olan eser, yüreğin derinlerinden kopup gelen bir iç çekiş gibi…
Schubert’in Waltz in B minor’u, sanki uzak bir köyün yamaçlarında duyulan bir ezgi.
Bir yanıyla hüznün kardeşi, diğer yanıyla bir akşamüstü rüzgârı kadar narin.
Düşün ki bir tepenin başında oturmuşsun, güneş yavaşça inmeye başlamış.
Uzakta bir davar sürüsü dönüyor, hava kızıl…
Tam o anda, bir evin penceresinden bu valsin sesi yükseliyor.
Neşeli değil, kederli de değil; sanki ikisinin arasında ince bir çizgide yürüyor.
O çizgi, işte Schubert’in kalbinden çıkan melodinin ta kendisi.
B moll derler — si minör.
Minör ton demek, insanın içine dokunan bir ton demek.
Her nota, sanki bir hatırayı fısıldar gibi çalınır.
Biraz gurbet, biraz özlem, biraz da kabullenmiş bir sükûnet var bu melodide.
Sol elde usul usul yürüyen ritim,
bir annenin ocakta çorba karıştırırken tuttuğu ritim gibi.
Sağ eldeki melodi ise bir çocuğun, uzaklara dalan gözlerindeki umut.
Kısacık bir parça ama içinde koca bir hikâye gizli.
Schubert bu eseri yazarken belki de bir dağın yamacındaki sessizliği duymuştu.
Belki de hiç gitmediği Anadolu’nun bir köyüne, müziğiyle uğramıştı.
Çünkü bu vals, bizim topraklardaki hüzünle öyle güzel anlaşır ki;
duysan “bu bizim türkümüzdür” dersin,
ama sonra hatırlarsın — Viyana’da yazılmış, kalple çalınmış.
Ve işte bu yüzden, Waltz in B minor ne bir dans, ne bir ağıt.
O, insanın iç sesine yazılmış bir hatıra gibi.
Bir akşamüstü çayını yudumlarken, piyanodan yükselen bir nefes.
Kısa sürer, ama bıraktığı iz uzun olur —
tıpkı dağların eteğinde yankılanan bir türkü gibi.
Adı: Waltz in B minor, D.145 No.6 (Op.18 No.6)
Besteci: Franz Schubert (1797–1828)
Eser: 38 Waltzes, Ländler and Ecossaises, D.145 adlı dizinin 6. valsi.


